Beyin ölümü nedir?
Travma veya hastalıklar gibi pek çok farklı nedenden ötürü gelişen bir durum olan beyin ölümü, en basit tanımla beyin faaliyetlerinin sonlanmasıdır. Hipoksi olarak tanımlanan beyin dokularındaki Oksijen seviyesinin azalması, beyin ödemi, çeşitli travmalar sebebiyle beyin hücrelerinin ölmesi ya da düzenli bir biçimde çalışamayacak hale gelmesi, kişinin beyin fonksiyonlarını geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybetmesine neden olur ki, bu durum da tıp literatüründe beyin ölümü olarak tanımlanır. 1968 yılında ilk olarak Harvard Üniversitesi’nde yapılan araştırmalar sonucu tıp literatürüne girmiş bir tanım olan beyin ölümü, bilim dünyasında “Harvard Kriterleri” olarak kabul görmüş ve bu tarihten itibaren dünya genelinde standart bir tabir olarak kullanılmıştır.
Beyin ölümüne neden olan birçok farklı ve son derece kompleks faktörler olsa da, genel olarak bu duruma neden olan durumlar; beyin hücrelerinin Oksijensiz kalması, ödemler, kritik seviyeli kan kaybı, hayati organlara gelen ağır darbeler, ciddi yaralanmalar ve şoka girilmesine neden olan olaylar olarak tanımlanabilir. Teknolojik gelişmelerle özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren büyük bir gelişim süreci içine giren modern tıp, günümüzde beyin ölümü teşhisini konusunda uzman hekimlerden oluşan bir kurulun tespitleri sonucunda koymaktadır. “Beyin ölümü tespit kurulu” olarak da bilinen bu uzman hekim topluluğu; kardiyoloji, anestezi, nöroloji ve nöroşirurji gibi tıp alanlarında yaptığı değerlendirmeler sonucunda beyin ölümü teşhisi koymaktadır.
Beyin ölümü tespit kurulu tarafından konan bu teşhis, hastanın geri dönüşü mümkün olmayan bir yola girdiğini ifade eder. Hasta teknik donanım anlamında yüksek teknoloji ürünü cihazlarla donatılmış bir ortamda bakım altında olsa dahi, beyin ölümü gerçekleştikten sonra solunum cihazları sayesinde nefes alıyor ve kalp atışları devamlılık arz ediyor bile olsa yaşama dönmesi söz konusu değildir. Beynin gördüğü hasarın kalıcı olduğunu da ifade eden beyin ölümü tanısı, hastanın ilgili tıbbi cihazlara bağlı kalmaya devam etse dahi günümüzün tıp bilgisi dahilinde tekrar yaşama dönme ihtimalinin olmadığını belirtir. Bu aşamadan sonra hasta yakınları için de oldukça tatsız bir süreç başlar ve ilgili tıp görevlilerinin hasta organlarının bağışlanmasıyla ilgili soruları cevaplanır.
Beyin ölümü gerçekleşen hastalarının organlarının bağışlanması ile birçok ülkede belirli yasalar bulunmaktadır. Toplum sağlığı açısından büyük önem taşıyan organ bağışı konusunun önemi halkımız tarafından tam olarak kavranamadığından, bu konu yıllardan bu yana pek çok spekülasyona sebep olmuştur. Aslında beyin ölümü tanısının konulması için belirli bir hekim grubunun yani beyin ölümü tespit kurulunun gerekmesi de, bu tür spekülasyonları engellemek içindir. Tamamen modern bilimin bulguları doğrultusunda tıp alanında uzman hekimlerce uzun incelemeler sonucunda verilen beyin ölümü kararının organ bağışı ile ilişkilendirilmesi ise gerçekten üzücüdür.