Evlilik aşkı öldürür mü?
Toplumda evliliğin aşkı öldürdüğü yönündeki düşünce oldukça baskındır. Bu bilimsel olarak kanıtlanabilecek bir konu değildir tabii, ancak çoğunluğun yaşadığı ve paylaştığı deneyimler “evlilik aşkı öldürür” düşüncesini genel geçer bir bilgi haline getirmiştir.
Oysa evlilik aşkı öldürür cümlesinin pek kullanılmayan ikizi “biz evlendikten sonra aşık kalmayı başaramadık”tır. Bu alternatifte bir başarısızlık söz konusu olduğundan doğal olarak evli çiftler tarafından hiç sevilmemiş ve arka planda bırakılmıştır. Suçlu olan, yetersiz kalan evliliktir, evli olanlar değil yani.
Oysa evlilik aşkın gerçek ve kalıcı bir sevgiye dönüşebilmek için ihtiyaç duyduğu bir ilişki modelidir. Tırtılın kelebeğe dönüşebilmek için etrafına koza örmesine benzer.
Toplumda en saygın kurumlardan biri olarak, ikili ilişkinin en doyurucu en huzurlu şekilde yaşanmasına hizmet eden ve yıllar yılı işleyen tek mekanizmadır. Aşk evlilikle ölüyorsa, bu söz konusu mekanizmanın nasıl işlediğini bilmeyenler yüzünden olabilir, evliliğin kusurlu bir yapı olmasından değil.
Öyleyse, evlenince aşkı nelerin öldürdüğüne bir bakalım mı? Mekanizmayı aksatan, bozan ve işe yaramaz hale getiren davranışlara, yaklaşımlara kısaca değinelim. Evliliğin içine kurulmuş aşk tuzaklarını birlikte görelim.
Evli çiftlerin ilk yakalandıkları tuzak: “artık kendime bakmasam da olur” düşüncesidir. Evlenmeden önce spor yapmaya özenen, fit görünen, her buluşmadan önce duş alıp, güzel kokular sürünen kişiler evlilik biraz ilerleyince bakımlarına dikkat etmemeye, ev içinde salaş, kötü bir görüntüyle dolaşmaya başlayabiliyorlar. Sonuç: Aşkın kaza geçirip yaralanmasıdır. Daima bakımlı olmak şart.
İkinci tuzak ise: ”kendime ait bir hayatım olamaz veya olmasa da olur” yanılgısıdır. Evlenince iki ayrı kişi değil de tek kişiymiş gibi davranmaya başlamak kadar saçma bir şey olamaz. O çok sevilen ‘biz’ tabiri, iki ayrı ve farklı kişinin uyum içinde yan yana durmasını ifade eder, tek kişiye dönüşmesine değil. Zıt kutupların çekimi olarak başlamış ve karşısındakine hayranlık duyma ile büyümüş aşk nasıl olur da böyle bir ortamda var olmaya devam edebilir? Edemez ve kaçacak yer arar. Öyleyse evlilikte aşkı korumak için herkes kendisi olmaya ve kendisini geliştirmeye, kendi sosyal hayatını sürdürmeye devam etmelidir diyoruz. Çiftler ancak bu şekilde birbirleri için cazibe merkezi olmayı sürdürebilirler.
Üçüncü tuzak: “sürekli bir aradayız, sürprizlere ne gerek var” vurdumduymazlığıdır. Aşk tek düzeliği sevmez. Şaşırmak ve şımartılmak ister. Evlendikten sonra bunlara ne gerek var diye düşünmek neşenin, heyecanın kaybolmasına ve ilişkinin donuklaşmasına neden olur. Bu ortamda aşk üşür ve büzüşmeye başlar. Gittikçe küçülür.
Dördüncü tuzak: “sorumluluklarımdan taviz verebilirim, nasılsa eşim ilgileniyor” tavrıdır. Bu aşkı boğazlamaya benzer. En geç yakalanılan, en büyük tuzaktır. Aşkı yaralamaz, direkt öldürür.
Sonuç olarak; evlilik aslında bir ömür boyu insanın eşini tavlamaya çalışması olmalıdır. Onu elde edilmiş biri gibi görmenin yasak olduğu bir oyuna çevrilmelidir.
Bu bakış açısıyla yaşanırsa evlilik aşkı öldürmez, aksine aşkın çiçek açmasını yani sevgiye dönüşmesini sağlar.