II. Abdülhamid Devri’nde Hafiyye Teşkilatı var mıydı?
Hafiyye Teşkilatı özellikle MİT’e merak duyanların ilgilendiği konuların başında gelmektedir. Osmanlı’nın son dönemlerinde adından sıkça söz ettiren bu teşkilat Osmanlıyı yıkma planlarının arttığı düşünülürse büyük bir öneme sahiptir.
II. Abdülhamid Devri, tartışmalı dönemlerden biridir. Sultan Abdülhamid Devri’nde Osmanlı Devleti’ne yönelik yıkıcı faaliyetlerin artması ve bu faaliyetlerde iç ve hem dış unsurların rol aldıkları görülmektedir. Kimileri bu dönemi bir baskı dönemi olarak görürken kimileri de aksini iddia etmektedirler. Pei bu dönemde hafiyelik var mıydı?
Hafiyye, gizli tahkikat memuru anlamında kullanılmıştır. İşleri gizlilikle soruşturan, tahkik edene hafiyye memuru ya da sadece hafiyye denilmiştir. II. Abdülhamid devrinde bir hafiyye teşkilâtı olduğu görülmektedir. Hafiyye teşkilâtının Zabtiye Nezareti’ne bağlı olarak çalıştığı bilinmektedir. Zabtiye Nezareti teşkilat şeması bu teşkilat içinde görünmese de, Hafiyye Teşkilatı’nın, bu nezarete bağlı olduğunu gösteren bir çok arşiv belgesi mevcuttur.
Bazı kaynaklar teşkilâtın, Said Paşa’nın, ilk sadrazamlığı döneminde, bir hafiyye talimatnâmesi ile padişahın iradesini alarak kurduğu belirtmektedirler. Said Paşa’nın bu ilk dönemi 19 Ekim 1879 tarihine denk gelmektedir. Hafiyye Teşkilâtı’nın ıslahında ve geliştirilmesinde Mösyö Bonin gibi bazı yabancı uzmanlardan yararlanılmıştır. Mösyö Bonin’in hazırladığı lâyihada, teşkilâtının amacı ve önemi açıkça belirtilmiş ve Zabtiye Nezareti’ne bağlı olduğu ifade edilmiştir
II. Abdülhamid döneminde önemli bir yere sahip olan Hafiyye Teşkilâtı’nın temellerinin, Sultan Abdülhamid’den önce atıldığı bir anlaşılmıştır. Ancak II. Abdülhamid, bu teşkilatı hukuken olmasa da fiilen kendisine bağladığı gibi, aynı zamanda daha fazla geliştirmiştir. Bir defa devlet ricâline pek güvenmemektedir. Çünkü amcası Sultan Abdülaziz’i tahttan indiren bir devlet ricâli ile karşı karşıya bulunmaktadır. Ayrıca bazı devlet ricalinin, taşıdıkları rutbeyi, üniformayı ve hatta sorumluluğu unutarak, bir devlet adamına yakışmayacak şekilde davranışlar sergilemeleri, II. Abdülhamîd’in güven duygularını sarsmıştır. Dolayısıyla güvenmediği insanları kontrol altında tutmanın tek yolu teşkilatı kendi kontrolü altında tutmaktı.
Hafiyye Teşkilâtı’nda iki tip memur öne çıkmıştır. Bunlardan birincileri, devletten bu iş için belirli bir maaş alanlardır. Bunlar bir nevi profesyonel memurlardır. İkincileri ise, muhtelif görevlerde bulunan devlet memurları ile serbest çalışan insanlardır. Bu çerçevede valiler, ferikler, ordu komutanları, mutasarrıflar, hakimler, müşirler, rutbe itibariyle büyük-küçük her çeşit bürokratlar, sade vatandaşlar, yazarlar ve gazeteciler bulunmaktadır.
İkinci tip memurların önemli bir kısmı hafiyyeliği, Saray’a jurnal vermeyi bir kazanç kapısı olarak görmüştür. Bu kazanç yalnızca para değildi; jurnal veren padişahın teveccühünü ve güvenini kazanarak mevki-makam sahibi olmak veya bulunduğu memuriyette daha üst bir rütbeye ulaşmak için bu yola başvuruyordu.
Gayrımüslimlerin de hafiyye memuru olarak istihdam edildikleri kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ancak genel olarak istihdam edilen gayrimüslim hafiyyelerin, kendi cemaat mensupları tarafından pek hoş karşılanmadıkları hatta ifşa oldukları zaman dövüldükleri ve ölümle tehdit edildikleri olmuştur.
Hafiyyeler, İstanbul’da başta olmak üzere bütün Osmanlı vilâyetlerinde görev yapmaktaydılar ve bulundukları bölgelerde devlet merkezine bilgi aktarmakla görevliydiler. Devlet aleyhinde ortaya çıkan her hareket, hafiyyeler tarafından takip edilerek vilayet kanalıyla İstanbul’a iletiliyordu. İstanbul’da bu bilgiler daha çok sadrazamlara gönderilmekteydi.
Hafiyye memurlarına ödenen ücretlerde farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu farklılık, yapılan işin önemine arzettiği tehlikenin derecesine, memurun görev bölgesinin stratejik önemine göre kendisini gösteriyordu. Kısaca denebilir ki hafiyyelere ödenen ücretin takdirinde, “önemli işe, önemli ücret” mantığı işlemiştir.
Hafiyyeler, ülke sınırları içinde istihdam edildikleri gibi ülke dışında da istihdam edilmişlerdir. Ülke dışında istihdam edilenler devletin dış temsilciliği nezaretinde çalışmışlardır ve elde ettikleri bütün bilgileri, Hariciye Nezareti aracılığı ile İstanbul’a aktarmışlardır. Bu istihbaratın dış cephesini oluşturmaktadır.
II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilânından sonra Hafiyye Teşkilâtı’nın lağvı gündeme gelmiş, ancak böyle bir teşkilâtın gerekliliği göz ardı edilememiştir. Bundan dolayı Hafiyye Teşkilâtı, bilinenin aksine tamamen lağvedilmemiş; ancak teşkilât içindeki gayr-ı resmî ve kanunsuz unsurların temizlenmesi karar altına alınmıştır.
Hafiyye teşkilâtını yalnızca II. Abdülhamid’e hizmet eden, onun kişisel emellerini gerçekleştirmede veya kişisel haklarını korumada kullanılan bir teşkilât olarak görmek çok yanlıştır. II. Abdülhamid’in Hafiyye Teşkilâtı’nda dürüst, işinin ehli ve namuslu olanlar bulunduğu gibi, para düşkünü ve mevki, makam hırsı olanlar da bulunmuştur.