Laiklik nedir?
Laik sözcüğü Yunanca “Laikos” ve Latince “Laicus” sözcüklerinden dilimize yansımıştır. Din ile ilişkisi olmayan düşünce ve kurum olarak anlamlandırılmıştır. Laiklik denince aklımıza akla dayalı düşüncenin dini düşüncelerden ayrılması gelir. Siyasi manada kullanılan Laiklik ise devlet ile din işlerinin birbirlerinden ayrılmasıdır. Laiklik insanlar için daha çok vicdan hürriyetinin tam anlamı ile sağlanmasıdır. Laiklikten uzak olan teokratik yapıya sahip devlette din ve vicdan hürriyeti söz konusu değildir. Dini kurallar egemendir. Laiklik çoğu zaman din karşıtlığı olarak anlamlandırılmıştır. Ancak gerçek manası ile laiklik din karşıtlığı demek değildir. Laiklikte hukuk ve akıl esas alınır. Ayrıca laiklik dini eğitim karşısında hiçbir zaman bir engel teşkil etmez. Maalesef ülkemizde böyle bir algıda oldukça yaygındır. Laikliği benimsemiş devletlerin dini olmamakla beraber, hiçbir dinin diğer bir dine üstünlüğü söz konusu değildir.
Laiklik batı toplumlarında Katolik Kilise’sinin baskıcı merkezi yapısına karşı ortaya çıkmış bir düşünce sistemidir. Avrupa’da Reform ve Rönesans ile beraber başlamış olan Aydınlanma Çağı, dini dogmalardan, bilim, siyaset, felsefe ve sanat üzerindeki baskısına karşı çıkılmasına sebep olmuştur. Laiklik Fransız ihtilali ile birlikte Avrupa’da yayılma imkanı bulmuştur.
Eski Türk devletlerinde Kağan’ın Gök tanrı tarafından milleti yönetmek üzere gönderildiğine inanılırdı. Toplum yazılı olmayan kurallar ile idare ediliyordu. Osmanlı Devleti ile beraber örfi hukukun yanında şeri hukukunda toplum hayatında etkili olduğunu görmekteyiz. Bu bazen çatışmalara sebep olabiliyordu. Özellikle Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden sonra halifeliği Osmanlı Devleti’ne taşıması anlayış değişikliğine sebep olmuştur. Dünyevi ve dini yetkiler tek bir elde toplanmıştır. Bu gelişme ile birlikte Osmanlı toplumunda dinin etkisi artmaya başlamıştır. Örfi kurallardan çok dini kurallar uygulanmaya başlamıştır. Tanzimat dönemine kadar hukuk sistemi dinin çerçevesinde şekillenmiştir. Tanzimat ile birlikte batıdan alınma laik özellikli kanunlar çıkarılmaya başlanmıştır. Aile ve miras hukuku gibi konularda dini kurallara bağlı kalınmıştır. Bu durum şer’i ve örfi nitelikli kanunların birlikte yürürlükte olmasına neden olmuştur. Bu bazen çatışmaları körüklemiştir.
Mustafa Kemal Atatürk milli mücadeleden sonra dini ve etnik açıdan huzuru sağlamak amacı ile devletin iç siyasetinin temelini laik hukuk düzeni ve millet anlayışını egemen kılmaya çalıştığını görmekteyiz. Millet kavramı birleştirici bir rol oynamıştır. Laik düzenle hiçbir inanca üstünlük tanınmamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemize kazandırdığı laiklik ilkesi toplumun özgür bir biçimde düşünmesini sağlamış ve toplumsal gelişmeye hız kazandırmıştır. Atatürk yenilikler yaparken saltanat ve hilafetin fiili olarak çöktüğünü görmüş ise de yinede aceleci davranmamıştır. 1921 anayasası ile saltanatın kaldırılması konusunda önemli bir adım atmıştır. Bu anayasasının birinci maddesinde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ifade edilmiştir. Nitekim 1 Kasım 1922 yılında saltanat kaldırılmıştır. Saltanatın kaldırılmasından kısa bir süre sonra 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilmiş ve akabinde 3 Mart 1924 yılında hilafet kaldırılmıştır. Böylece laiklik yolunda en büyük adımlar atılmıştır. Yine aynı gün Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak laiklik pekiştirilmeye çalışılmıştır. Tevhi-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü, tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu laiklik alanında atılmış olan diğer önemli adımlardır.
Atatürk’ün laikleştirmeye çalıştığı Türk devletinde gerçeğe, deneye ve araştırmaya dayalı bir düzen kurulmuştur.