Mecusilik nedir?
Mecusiler, Zerdüşt dininden olan eski İranlılar’ın Hindistan’a göç etmiş torunlarıdır.
Mecusiler İran’dan Hindistan’a VIII. yüzyılda göç etmişlerdir. Günümüzde daha çok Bombay eyaletinde yaygın oalrak yaşamaktadırlar ve sayıları 115.000 kadardır. Mecusiler eski Pehlevî yazısını kullanırlar. Kendileri ateşe taptıklarını reddederler ve doğanın tüm güçleri gibi ateşe de Ahura Mazda’nın bir belirtisi olarak saygı gösterdiklerini belirtirler.
Mecusilik, Kur’an-ı Kerim’in kendisinden bahsettiği bir din olmasından dolayı İslam açısından araştırılması gereken bir din olarak görülmelidir. Kur’an-ı Kerim’de adının yer almasına rağmen, Mecusiliğin muhtevası açısından bir açıklama bulunmamaktadır. Ancak bir takım İslam kaynaklarında, kısmi bir malumat olsa da genel olarak “Ateşe tapınan”lar nitelemesiyle izah edilen son derece kıt beyanlar yer almaktadır. İslam kaynaklarındaki Mecusilik ile ilgili açıklamalar oldukça yetersiz ve bu dini tam anlamıyla tanımlamadan uzaktır.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim Mecusilik, Mekke ve Medine’deki dini gruplar içerisindeki müşriklerden istisna edilerek; Yahudilik, Hıristiyanlık ve Sabii’lik gibi “Samî/Semavi/İlahî” dinler arasında gösterilmektedir.
Mecusilik, İran’a daha sonradan gelen aryalara yani soylulara telkin edildiğinden dolayı bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır.
Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan İran’da aryaların kendileri ile birlikte buralara getirdikleri animizm-naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait bazı ilahlar bulunmaktaydı. Örneğin Mithra (Mehr) güneşte ikamet ettiğine inanılan bir Mecusî tanrısı olup, Mecusîliğin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır.
İslâm ve diğer ehli kitap kaymaklarında belirtildiği gibi, dini inançlar yönünden son derece çeşitlilik gösteren Zerdüştlük öncesi İran’da, animizm -natüralizm karışımı inançların yanı sıra ilahi bir dinin varlığı da tartışmasızdır. İranlıların Mecusilikten önce, Hz. İbrahim (a.s)’in Hanif dininden olduklarını zikretmektedir.
İran ve Hindistan halkından bir bölümünün mensup olduğu batıl inanışlardan biridir. Bu inancı benimseyenlere “Mecusi”, rahiplerine de “Muz” adı verilmektedir. Hindistan ve çevresinde civarında yaygın olarak bulunan Brahmanların bir kolu gibi olan Mecusiler, ateşe, ineğe, timsaha tapmaktadırlar. Bunlar M.Ö. yaklaşık 551 yıllarında Zerdüşt (Zarathoustra) adı verilen bir kişi tarafından kurulan bir inanışa bağlıdırlar. Mecusiler ölülerini gömmezler, özel olarak yaptırılan kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler.
Mecusiler, eski filozofların yaratılış, hayır ve şer ile ilgili görüşlerini incelerken, ateşin hararetinin hayat ve varlıklar üzerinde nasıl etki yaptığını görmüşler ve hayatı meydana getiren bir güç olarak, onu ilahi kudret kabul etmişlerdir. Önceleri ateş, Allahü teâlânın bir eseri olup, kendinde yaratma sıfatı bulunması yönünden mabudun varlığına işaret, kanıt olan bir şey olarak sayılırken daha sonradan dini liderleri, bu esas üzerinde bir takım değişiklikler yapmışlardır.
Bunlardan bazıları ateşi tanrı olarak kabul etmişlerdir. Bunun yanı sıra eski filozofların; “Birden ancak bir doğar” sözlerinden dolayı “düalist=iki tanrılı” bir inanışa yönelmişlerdir. Şöyle ki; bu felsefi görüşün gereği bir olan ilahtan birbirine karşıt olan hayır ile şer doğmaz. Bunların ikisi de ezeli bir ilahtır. Hayır ilahı, bir nurdur ve iyiliğin temel kaynağıdır. Şer ilahı, karanlıktır ve kötülüğün esas kaynağıdır. Hayır ilahı “Hürmüz”, Şer ilahı ise “Ehriman” ismiyle anılmıştır. Bunlar birbiriyle devamlı olarak savaş halinde bulunurlar. İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz, kötülük çoğaldığı zaman ise Ehriman galip gelmiştir, derler.
Daha sonra gelen mecusiler, bir omzunda hayır (iyilik), diğer omzunda ise şer (kötülük) bulunan ilahlar tasvir etmişler ve resmini yapmışlardır. Mecusiler, ateşi hayır ilahı Hürmüz’ün bir sembolü kabul ettiğinden dolayı, her tapınakta Ateşgede adı verilen ve devamlı olarak ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse, bu ateşe dokunamaz ve hatta onu soluğu ile bile kirletemez. Bundan dolayı ateşi yakan rahibin ellerinde eldiven ve ağzında peçe bulunurdu. Mecusiler, ateş yandığı sürece hayır ilahının şer ilahına galip geleceğine inandıklarından dolayı, ateşin hiç sönmeden yakılmasının gerekli olduğuna inanırlardı.
Mecusiler ateşe, toprağa, ve suya büyük saygı duyduklarından dolayı, ölülerinin bunlara değmesini istemezler: “Sessizlik Kulesi” adını verdikleri kuleleri vardır, ölülerini bu kulelerin üzerine bırakırlar. Çitle çevrili, 6-7 m. yüksekliğindeki bu kulelerin üzerine bırakılan ölüleri akbabalar gelip parçalarlar ve yerler.