Plovdiv neresidir?
Plovdiv daha önceki adıyla Filibe Bulgaristan’daki ikinci büyük şehirdir. Meriç Nehri’nin iki kıyısının üstünde ve yedi benzersiz siyenit tepesi üstüne kurulu olan Plovdiv, Avrupa’da da bulunan en eski şehirlerden birisidir. Ülkede bulunan en canlı ve çekici merkezler arasında kabul edilen Plovdiv, aynı zamanda Hacı Arif Bey’in memleketidir. Şehirde ilk yerleşimler MÖ 6 bin yıllarında olmuştur. Şehir ilk önce prehistorik yerleşim yeri olan Nebet Tepe üstüne kurulmuştur. Daha sonra buradaki diğer tepelere doğru genişlemiş ve büyümüştür. Roma dönemindeyken şehirden geçirilen yol, o dönemde Balkanların en önemli askeri yoludur. Ortaçağdayken Bizanslılardan Bulgarların eline geçen şehir, bu dönemde de stratejik önemini korumuştur. 14. yüzyılda Osmanlıların egemenliğine girmiş ve 1885 senesinde Bulgaristan’ın bir parçası olmuştur.
Plovdiv şehri hem modern anlayışa sahip olan eğlence, hem de eski şehrin kültürünü ve atmosferini taşıyan iki farklı görünümdedir. Eski şehirde Rönesans atmosferi olsa da, modern şehir bölümü ticaret ve kültür merkezi özelliğindedir. Burada Roma döneminden kalmış stadyum ve forum kalıntıları, kiliseler, müzeler ile Osmanlılardan kalan camiler ve Türk hamamları dikkat çekicidir. Şehirdeki evler 18. yüzyıl döneminin esintilerini taşır. Burada iki katlı ve çok büyük olmayan asimetrik planı olan evler bulunmaktadır. Caddeye çıkıntı yapmış pencereleri olan, zeminde revakları bulunan ve avluya bakan ahşap sütunlarıyla, verandaları olan evlerin aralarında da Arnavut kaldırımları döşenmiştir.
Şehirde Sofya kadar ilgi çekici gezilmesi gereken yerler bulunmaktadır. Burada Osmanlı mahallesini gezdiğinizde tarihin eşsiz güzelliklerini görme şansı elde edersiniz. Burada bulunan yüksek tepede kurulu anfitiyatroda şehri tüm güzelliğiyle kuşbakışı görebilirsiniz. Arnavut kaldırımları döşenmiş olan sokaklarda, tarihi evlerle nostaljik bir tatil geçirebilirsiniz. Plovdiv şehrinde gezebileceğiniz yerleri sizler için bir araya topladık.
AMFİTİYATRO: Roma döneminde yüksek bir tepenin üstüne yapılmış, zeminde büyük mozaikler döşenmiş bir amfi tiyatrodur. Burası 240 mt uzunluğu ve 50 mt genişliği olan, 30.000 seyirci kapasitesiyle inşa edilmiş. Ön taraftaki 14 sıra halinde bulunan mermer koltuklar günümüze de kullanılabilir haldedir. Burada bulunan yazıtlardan Roma dönemindeki onursal konuklar için kullanıldığı düşünülmektedir.
PLOVDİV ARKEOLOJİ MÜZESİ: Bu müzede Balkan Yarımadasındaki en büyük ve tanınmış antik kentlerinden birine ait eserlerin sergilenmektedir. Buranın tarihini anlatan 100.000 den fazla eser yer almaktadır. Müzenin binası da şehirdeki en ihtişamlı ve büyük yapıdır. Binayı yapan kişi Hacı Georgi’dir.
HÜDAVENDİGAR CAMİİ: Burası Osmanlı döneminden kalmış önemli eserlerden birisidir. Burası aynı zamanda Ulu Camii ve Cuma Camii olarak ta tanınmaktadır. 1425 senesinde Murat Hüdavendigar tarafından yapılan cami, depremle yıkılmış ardından 1785 senesinde 1. Abdülhamid tarafından yeniden yapılmıştır. Bina Osmanlı mimarisi ile Bizans mimarisinin izlerini taşır. Caminin güneydoğu duvarında bulunan güneş saati herkes tarafından ilgi çekmekte ve günümüze kadar halen işlevini yerine getirmektedir.
BACHKOVO MANASTIRI: Burası Bizans İmparatoru Grigor Bakuriani ’nin askerlerinin yaptırmış olduğu dini bir yapıdır. 1083 senesinde yaptırmış olan eserin taş mimarisi ve çevresinde olan yeşil dokusu insana dinginlik vermektedir. Manastırdaki mozaikler Bulgar ve Bizans kültürünü yansıtmaktadır. Burası aynı zamanda ülkenin ikinci büyük Ortodoks manastırı olarak dikkat çekicidir. Chepelare Nehrinin sağ tarafında, Rodop dağının ise batı tarafındaki manastır, 1614 senesinde Bulgar asilzade Georgi ile oğlu Konstantin tarafından yeniden yapılmıştır. Manastırın içinde bu kurucuların portreleri vardır. Manastır 1984 senesinden itibaren UNESCO Dünya Mirasları geçici listesinde yer almaktadır. Manastırın içinde 103 tane el yazması eser ile 252 basılı eski kitap bulunur.
PLOVDİV EVLERİ: Burayı adeta mimarisiyle ayaklı bir müzeye benzetebiliriz. Türk ve Bulgar işçiliğini yansıtan bu geleneksel evlerdeki sade işçilik Plovdiv Barok Tarzı olarak değerlendirilebilir. Buradaki tarihi dokunun gelecekteki nesillere kalmasını sağlamak için, evler özel olarak restore edilmiştir. Günümüzde galeri, müze, restoran ve çalışma atölyesi gibi hizmetler veren evlerin mimari yapısı herkesin ilgisini çekmektedir. Her odası güneş alan ve caddeye çıkıntı yapmış olan pencereleriyle, ahşap tavanı, oymacılık sanatı örnekleriyle sütunları görmeniz gerekir.
KÜLLİYE: Şehirdeki külliye Beylerbeyi Gazi Şehabettin Paşa’nın yaptırdığı camisi, hanı, medresesi, mutfak ve hamamdan oluşmaktadır. Günümüze kadar sadece İmaret Cami gelmiştir.
SAAT KULESİ: Burası Doğu Avrupa’daki en eski saat kulesidir. Şehirde Sahat Tepe olarak bilinen yerde yapılmıştır. Burada eşsiz manzaranın büyülü atmosferini görebilirsiniz.
KUKLEN MANASTIRI. Şehre 15 km mesafedeki manastır, Kuklen köyünün güneybatısındadır. Manastırın duvarlarında olan bazı resimler günümüze kadar ulaşmıştır. Batı duvarlarındaki resimlerin 16. ve 17. Yüzyıldan kalmış olduğu düşünülür. Duvarlarındaki aziz görüntüleri ilginizi çekecektir.
MEVLEVİHANE: Burası eski şehir adı verilen bölgededir. Bu tarihi eserde Osmanlı mimarisini görebilirsiniz. Üç Tepe denilen yerde olan Mevlevihane günümüzde restoran olarak kullanılır. Bizanslılardan surların üstüne yapılan bina, Osmanlılar zamanında medrese olarak kullanılmıştır. İçindeki dervişlerin kaldığı odalar ile sema gösterilerinin yapıldığı alanlarla sekiz farklı bölüm bulunmaktadır. Semahane ve selamlıkta 19. Yüzyıldan kalan barok süslemeler vardır. Büyük salondaki ahşap kolonlarda ve duvarlarda bulunan Kuran’dan ayetler, tavanda olan güneşin tasvir edildiği resim ilgi çekicidir. 1928’de binanın minaresi depremle yıkıldığından, bina özelliğini kaybetmiştir. 1974 senesinden beri restoran olarak kullanılır.
MERKEZ PARK (CENTRANA PARKA): Osmanlılardan kalan çınar ağaçları ve kuş sesleriyle dolu olan bu huzur verici ortamda gezmeyi sizlerde seveceksiniz. Parkın içinde çeşitli heykeller, ağaçlar ve dinlenmeniz için banklar vardır. Dağlardan inen kaynak suyla hizmet veren çeşmeden şifa niyetine su içmeyi ihmal etmeyin. Rivayete göre burası Osmanlılar zamanında mezarlık olarak kullanılmış. Daha sonradan Osmanlıların izlerini silmek için burası kaldırılmak istenmiş. Sultan Abdülhamit’in bahçıvanının burasını ben güzelleştiririm demesi üzerine, ağaçlar ve mezarlık yeri Bulgarlar tarafından tahrip edilmekten korunmuştur. Bu söylenen sadece bir rivayettir.