Rainer Maria Rilke kimdir?
Alman lirik şiirinin temsilcisi ve çağdaş Alman romanının öncüsü olan Rainer Maria Rilke sanatçı kişiliğiyle fark yaratan dünyaca ünlü şairlerden biridir.
Demiryolunda memur olarak çalışan bir baba ile zengin bir aileye mensup annenin oğlu olarak Prag’da dünyaya gelen Rilke 9 yaşındayken anne ve babası boşanınca hayatına annesiyle birlikte Viyana’da devam etmiştir.
Önce askeri okullara sonrasında ticaret akademisine yazılan Alman şair, eğitimini sürdürürken edebiyat ve sanat tarihi dersleri almayı da ihmal etmemiştir.
Ömrünün en hareketli geçen yılları 1896 ve 1899 yıllarına rastlar. Bu dönemde öğrenim hayatını Münih’de sürdüren Rilke, bir kadın şair olan Lou Andreas Salome ile tanışınca sanatçı kişiliğini geliştirme fırsatını yakalamış ve onunla birlikte Berlin’e Floransa’ya Rusya’ya yolculuklar yapmıştır. Rusya’da Tolstoy tarafından karşılanıp ünlü ressam Pasternak ile tanışması Rilke için ilk zamanlarda büyük mutluluk kaynakları olmuşsa da, geziler devam ettikçe ve Rusya’da halkın yaşayışına tanık oldukça genç şairin yavaş yavaş ruh sağlığı bozulmaya başlamıştır. Rilke bu rahatsızlıktan sonra Salome dahil etrafındaki pek çok kişi tarafından terk edilmiştir.
Zaman geçmiş ve evlilik hayatına adım atma sırası gelmiştir. Rilke bu evlilikte aradığı mutluluğu bulamadığından bir yıl içinde boşanmaya karar vermiş ve Rodin’in hayatını yazabilmek amacıyla Paris’e gitmiştir. Paris’te Rodin’in hayatına ve kişiliğine tanıklık ettiği zaman dilimi Rilke’nin hayata bakışını büyük ölçüde değiştirdiğinden Rodin’in yanında geçen süre zarfında ilk düzyazı eseri olan deneme türündeki “Auguste Rodin” adlı kitabı kaleme almıştır. Bunu Malte Laurids Brigge’nin Notları adlı roman ve hemen akabinde bir yıl süren Kuzey Afrika seyahati takip etmiştir.
Paris’e döndükten sonra onu Salome kadar derinden etkileyecek olan bir kontesin şatosuna taşınmış ve bu kadının etkisiyle şair, yaratıcılık serüvenini başka bir boyuta taşımıştır. Duino Ağıtları adlı eser bu dönemde yazılmıştır.
Kapitalist gelişmeler nedeniyle sanattan uzak bir çağda yetiştiği için duygusal zemini olmayan toplum yapısından hiç hoşlanmayan Rilke, daima insanları birbirinden uzaklaştıran, yabancılık hissini besleyen, duygulardan yoksun modern çağa tepkisini ifade etmeyi seçmiş ve elinden geldiğince bu tarz, yalnızlığın hakim olduğu ve empoze edildiği yaşama biçiminin karşısında olmuştur.
Eserlerinde duygulara seslenmeyi başaran şairin imgelemleri incelendiğinde onun dünyanın her yerinde, gördüğü her şeyde Tanrıyı bulduğu ve O’nun varlığından güç alarak yaşamını sürdürdüğü anlaşılabilir. Şairin özellikle sanat hayatının ilk döneminde ortaya çıkan eserler Tanrı, aşk, ölüm gibi kavramlar üzerinde durmuş ve dış dünyadan çok iç dünyaya çeşitli kapılar açmışlardır.
İkinci dönem ise dış dünyaya geçişi simgeleyen eserlerle doludur. Rainer Maria Rilke’nin dış dünyaya bakış ilkesi “görmeyi öğrenmek” şeklinde ifade edilmektedir.