Tahammül nedir?
Zorlayıcı, kötü, hoşa gitmeyen dış etkenlere karşı koyabilme, dayanma şeklinde tanımlanan tahammül bir katlanma halidir. Tahammüllü olmayı sabra giden yolda ilerlemeye benzetebiliriz. Birbirine benzemekle birlikte kesinlikle aynı şey değillerdir.
Sabır herhangi bir zorluğa şikayet etmeden, pozitif ruh halini koruyarak dayanabilmektir. İnsan başına gelen kötü durumdan şikayet etmeye başladığı anda sabırsızlık içine girmiş demektir. Bu durumda tahammül ediyordur ama sabırlı değildir.
Tahammül göstermek olgunlaşmanın da bir belirtisidir. Bir çocuğun açlığa, acıya tahammülü ile bir yetişkinin tahammülü arasında dağlar kadar fark vardır. Genellikle hayat tecrübesiyle doğru orantılı olarak artan bir beceri olmakla birlikte yetiştirilme tarzıyla ve nefsaniyetle de yakından ilgili olduğunu belirtmeliyiz.
Şımarık büyütülmüş insanla, zor şartlarla baş etmeyi öğrenerek yetişmiş bir insanın tahammül sınırları arasında belirgin bir fark olur. Çünkü biri hayatın hep tatlı yüzünü görmüşken diğeri her iki yüzünü de görmüş ve her durumda güvenle hareket etme becerisi geliştirebilmiştir. İşte, tahammül özünde bu beceriyi sergileyebilmektir. Eğer insan bu beceriye sahip değilse doğal olarak tahammülsüz oluyor çünkü nefsini zorlayan, hoşuna gitmeyen o durumla nasıl baş edebileceğini bilmiyor. Sinirli, gergin, huzursuz bir ruh hali içinde hem kendine hem de çevresindekilere zarar verebiliyor.
Tahammülsüzlük sırasında bilinçli bir şekilde hareket edilemediğinden, daha sonra pişmanlığa yol açacak yaklaşımlar da sergilenebilmektedir.
Öyleyse insan tahammüllü olmayı öğrenmelidir. Farkındalıkla, çabayla tahammül sınırlarını genişletmelidir.
Hayatın her alanında, aile içinde, toplum içinde, işte, pek çok yerde tahammülümüzü zorlayan insanlarla, olaylarla, durumlarla birlikte yaşamak zorunda kalabileceğimiz bir gerçek olduğuna göre, tahammülsüzlük bize hiçbir şey kazandırmaz aksine kaybettirir.
Yazımızı konuya açıklık getireceğine inandığımız küçük bir hikayeyle bitirelim.
Bir çırak ustasının verdiği bütün işlerden, her şeyden bunalıyor sürekli yakınıp duruyormuş. Usta bir süre hiçbir şey söylememiş, çırağı izlemiş sadece. Sonra bir gün ondan köye gidip tuz almasını istemiş. Çırak alıp geldiğinde bir bardak da su getirmesini söylemiş ve “Tuzu bardağın içine dök.” demiş. Çırak onu da yaptıktan sonra “Suyu iç” demiş. Çırak içer içmez suyu püskürtmüş ve öfkeli bir şekilde ustasına bakarak “Çok acı” demiş.
Daha sonra usta, “Tuzu al, gidiyoruz” demiş. Bir göl kenarına geldiklerinde usta yanlarında getirdikleri tuzu gölün suyuna karıştırmış ve çırağından bu defa göl suyundan içmesini istemiş. Çırak gayet rahat içmiş. Usta “Tadı nasıl?” diye sorunca da “Çok güzel” diye cevaplamış.
Bunun üzerine usta çırağına şu hayat dersini vermiş:
“Hayattaki bütün olumsuzluklar işte bu bir avuç tuz gibidir. Eğer sen küçük bir bardak su isen, tuzun bütün acısını tattığın gibi hayatın bütün olumsuzluklarından etkilenirsin. Eğer sen kişiliğinle ve gönlünle bu önümüzdeki göl gibi isen, hayatta karşılaşabileceğin bütün olumsuzluklar seni, o bir avuç tuz, gölün suyunu ne kadar etkilediyse öyle etkiler, bir bardak suda tattığın acıyı vermez sana. Seçim senindir. Ya bardak olacaksın ya da göl.”