Tesadüflerle mi yaşamaktayız?
Kainatın yaratılışını tesadüflere bağlayan ve bir amaç, gaye misyonu yüklemeyen ateistler, evrendeki her muhteşem olayın ardındaki sebep-sonuç ilişkisini tesadüflere bağlamakta kendilerini çok zorlamaktalar. Kaldı ki bu kişiler, kendilerini bilime ve fenne verdiklerini iddia ederler. Halbuki bilim nedensellik sürecinin arkasında bir yaratıcı olduğunu kabul etmek zorunda olduklarını tesadüflerle böyle bir evrenin yaratılmasının imkansızlığına matematiksel, fiziksel olarak ortaya koydukları formüllerle, kabul etmiş oluyorlar.
Burada birkaç örnek vermek suretiyle bunu inceleyelim. Akciğerde bulunan oksijenin kana taşınması amacını güden hemoglabin proteininin oluşumu, tesadüflere bağlandığı zaman matematiksel olarak imkansız bir takım sonuçlar ortaya çıkıyor. Zira bu proteinin oluşması için insan vücudunda bulunan 20 amino asidin belli bir düzen ve nizam ile arka arkaya dizilerek, bir homeglobin proteininin meydana gelmesi adına 574 amino asit olmaları gerekir. Ancak buradaki sıranın da belli bir nizamı var. Eğer sıra bozulursa, protein üretilmez ve orak-hücre kansızlığı adında öldürücü bir hastalık meydana gelir.
Bu amino asitlerin tesadüfen bir hemoglabin proteini oluşturma zamanları matematiksel olarak 1/20 üzeri 574’dür. Matematik biliminden anlayanlar için bunun gerçekleşmesi imkansız bir sayı olduğu anlaşılabilir. Çünkü uzayda sadece tahmin edilen en büyük olma olasılığı olan atom alt parçacığı sayısı 10 üzeri 80’dir. Evrenin tahmin edilen ömrünün 15 milyar yıl olmasını anlamına da geliyor bu sayı. O zaman yukarıda amino asitlerin tesadüfen bir araya gelmeleri ve sadece kanın oksijenle beslenmesine yarayan hemoglabin proteinini üretebilmeleri, 15 milyar yıldan daha fazla sürüyor.
Demek ki tesadüfleri inkar eden bilim, Yaratıcının olduğunu da böylece tespit ediyor. Eğer nedensellik ilkesi ardında inanmayanların dediği gibi tesadüfler kabul edilse, ortada bir yaratıcı aramaya gerek kalmaz. Ancak insan aklı ve bilim, tesadüflerin bir yaratıcı olamayacağını imkansız olduğunu kanıtladı. Bu da sanıyoruz ki, Allah’ın tüm hakikatleri inanmayanların nefislerinde ayan ve beyan edeceği vaadinin bir gereği olarak arşımıza çıkıyor.