Türkiye NATO’ya nasıl girdi?
Ülkemizin 1949 yılında kurulmuş olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü yani NATO’ya üyeliği Batı Bloğu’na eklenmesinin en önemli adımlarından biri olmuştur. NATO’nun kurulduğu 1949 yılından itibaren ülkemiz üye olmak için girişimlerde bulunmaya başladı. 1950 yılının mayıs ayında CHP hükümeti ve 1950 yılının ağustos ayında yeni kurulmuş olan Demokrat Parti hükümetinin yapmış olduğu üyeliğe dair başvurular bu dönemde reddedilmiştir. Kurulmuş olan ittifakın ve bilhassa Kuzey Avrupalı üyeleri ülkemizin üyeliğe kabulünün NATO’ya gereksiz bir yük ve sorumluluk getireceğini düşünüyorlardı. Demokrat parti hükümeti döneminde büyük bir çaba gösterilmeye başlandı. Bu dönemde Birleşmiş Milletlerin çağrısı üzerine saldırgan bir tutum içerisinde olan Kuzey Kore birliklerine karşı Güney Kore’nin yanında yer almak için 1950 yılında bir Türk birliği Kore’ye hareket etti.
Dönemin hükümeti Kore’ye asker gönderme kararını yürürlükte bulunan 1924 Anayasası’nın yurt dışına asker göndermek konusunda TBMM’ye gerekli olan yetkiyi vermemiş olmasından dolayı bir Bakanlar Kurulu kararı aldı. Sonraki anayasalarımızda askeri yurt dışında savaşa gönderme yetkisi TBMM’ye verilmiştir.
Dönemin şartlarının 1951 yılında değişmiş olması nedeni ile Yunanistan ve Türkiye’nin NATO’ya alınması fikri olumlu görülmeye başlandı.Bu çerçevede yapılan görüşmeler neticesinde 18 Şubat 1952 yılında her iki ülke NATO’ya üye olarak kabul edildi.
Ülkemizi askeri anlamda Batı Bloğu’nun haline gelmesinde NATO üyeliği büyük bir önem arz ediyordu. Bu süreç zarfında Türk ordusu hızlı bir biçimde Amerikan silahları ile donatıldı, savunma stratejisinden eğitime kadar her alanda NATO standartları ve uygulamaları tam anlamıyla benimsenmiş oldu. Bunun yanı sıra ülkemizin bir çok yerinde NATO kararları ve ABD’yle yapılmış olan ikili anlaşmalara dayalı olarak Amerikalılarca kullanılmış olan NATO üsleri ve tesisleri kuruldu. Bu aşamadan sonra binlerce Amerikan askeri ve sivil personeli ülkemize geldi. Özellikle 1960 yıllarından itibaren ülkemizdeki Amerikan askeri varlığı ve bunlardan kaynaklanan sorunlar Türk-Amerikan ilişkilerinin en temel meselelerinden biri olacaktır.
Türk dış politikasında 1950’li yıllar ABD eksenli davranış biçiminin en yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur.
Bu dönemde yeni bağımsızlığını kazanmış olan Mısır, Suriye gibi ülkelerdeki Batı karşıtlığı Arap milliyetçisi yönetimler ise takip etmeye başarmış olduğu politikalar dolayısı ile Türkiye’yi bölgede özellikle ABD’nin temsilcisi gibi görmüşlerdir. Özellikle Mısır liderinin Türkiye’ye bakış açısı çok olumsuzdu. Bu dönemde Arap birliği düşüncesi bu bölgede oldukça yaygındı. Bu dönemde İsrail ile yapılan görüşmeler ve kurulan ilişki Arap Birliği tarafından tepki çekiyordu. 1955 yılında kurulan Bağdat Paktı gibi ABD yanlısı oluşumlara liderlik etmesi ve 1957’de Suriye’ye müdahale tehdidinde bulunması, Ortadoğu’da ABD2ye mesafeli olan ülkelerdeki olumsuz Türkiye algısını daha çok derinleştirmiştir. 1956 yılında Mısır ile İsrail-İngiltere ve Fransa arasında yaşanmış olan Süveyş krizinden sonra ABD başkanı 1957 yılında ilan etmiş olduğu , talepte bulunan Ortadoğu ülkelerine ABD’nin askeri ayrımda bulunmasını öngören doktrini desteklemesi de Mısır başta olmak üzere bazı bölge ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesine engel olmuştur.
Bu dönemlerde Sovyet Rusya ile de sorunlarımız vardı. Stalin’in 1953 yılında ölümünden sonra iktidara gelmiş olan yeni yönetim ülkemiz ile yakınlaşmak istemiştir. Ülkemiz ancak 1950 den sonra mesafeleri yakınlaştırmıştır.