Vahdet-i vücud nedir?
Vahdet kelimesinin sözlük anlamı, birliktir. Zıt anlamı çokluktur. Bu mananın sonsuz örnekleri vardır. Yüzlerce dal bir ağaç olarak karşımıza çıkarken, milyarlarca hücre bir bedende birleşiyor. Bir olan Allah’ın mukaddes varlığı için “vacib-ül-vücut”, kesret dairesini meydana getiren mahlûkatının varlığı için ise “mümkin-ü’l-vücut” tabirleri kullanılır.
“Lâ mevcude illâ hu” yâni “Ondan başka varlık yoktur.” der. Vahdet-i Vücud , Lâ mevcude illa hu” (Ondan başka mevcut yoktur.) diyerek varlığın ancak Allah’a mahsus olduğu görüşünü benimseyen ve mahlukatın varlığını kabul etmeyen bir tasavvuf ekolüdür. Ekolun kurucusu olarak Muhyiddin-i Arabî hazretleri kabul edilmektedir. Sadeddin Konvevî hazretlerinin dışında bu yola giren büyük zatlara pek rastlanmaz.
Bu ekole yaratanla yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunur. Vahdet-i vücut, Panteizm’deki gibi tek hakikatin parçalandığını ve yalnızca içkinliğini savunmaz. Sûfilere göre kendiliğinden var olan varlık birdir; o da Hakk Teâlâ’nın varlığıdır. Bu varlık ezelidir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme söz konusu değildir. Bütün evren ve içindeki canlı ve cansız herşey O’nun varlığı ile ayakta durmaktadır.
Bu ekole göre nefsini terbiye eden insan oğlu Şeriat, Tarikât, Marifet ve Hakikât kapılarından geçer ve sonunda Hak ile birleşir. Hallac-ı Mansur ve Seyyid Nesimi’nin “En-el Hak” sözü, bu inancın bir yansımasıdır. “Vahdet-i vücud” tabiri bu öğretinin en kurucusu olan Muhyiddin İbn Arabi’nin eserlerinde bu kelimeler ile ifade edilmez. Bu ifadeyi ilk kullanan Sadreddin Konevi’dir.
Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin bazı görüşleri kendisinden sonra gelen tasavvuf ehli kişiler tarafından benimsenmiş olmakla birlikte bu yol, diğer tarikatlar gibi, büyük kitlelerin tabi olduğu bir yol olmamıştır. Muhyiddin İbn Arabi’ye göre “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır.” Bu cümle vahdet-i vücudun en önemli dayanağını oluşturmaktadır. Vahdet-i vücud üzerine yazılan bütün kitapların, vahdet-i vücuda yönelik eleştirilerin merkezinde bu cümlenin vardır. İbnü’l-Arabî bu düşünceyi, “Vücud Hakk’ın vücududur” ve, “Vücud birdir ve Hakk’ın vücududur” şeklinde ifade ederken Sadreddin Konevî aynı fikri, “Kendisinde hiçbir ihtilâf bulunmayan varlık Hak’tır” şeklinde ifade etmiştir.
Vahdet-i vücud taraftarı olan sufilere göre varlık tek ve mutlağın varlığından ibarettir ancak tıpkı güneşin çeşitli aynalardaki yansıması gibi çokluk olarak görülür. Varlığın tezahürü de bir gerçekliğe sahiptir ve bu nedenle evrenin de bir gerçekliği vardır. Çokluk ile birlik arasında mahiyet farkı vardır. Işığın tekliği renklerin çokluğu benzetmesinde olduğu gibi her ikisi de gerçektir ve ancak gerçekten bilenler çeşitli renklerin varlığını ışıktan aldığını da bilmenin yanı sıra renklerin varlığını da onaylarlar. Her şey varlığın içinde yer aldığından dolayı evreni inkar varlığı da inkar anlamına geleceğinden evreni inkar etmek mümkün değildir.
Muhyiddin İbn Arabi ‘nin bu ekolünün tarihteki etkisinin en çok anadolu’da görüldüğü görülmektedir. Endülüs’te doğup büyüyen Muhyiddin İbni Arabi, Anadolu’da yaptığı seyahatler sırasında; Kayseri, Malatya, Konya, Sivas ve Aksaray gibi şehirlerde bulunmuş, oranın ileri gelen bilginleriyle görüşmüş, öğrenciler yetiştirmiştir. Bunların arasında en ünlüsü Sadreddin Konevî’dir. Annesiyle yaptığı evlilik nedeniyle aynı zamanda Muhyiddin Arabi’nin üvey evladıdır.
Vahdet-i vücut konusunu işleyen en önemli temsilcilerinden biri de Yunus Emre’dir. Sadreddin Konevî’den itibaren günümüze kadar 7 asır boyunca İbn Arabî ekolünü Osmanlılar döneminde sürdüren ve onun üzerine yorumları bulunan sufilerden bazıları şunlardır: Sadeddin Fergani, Abdurrahman Câmî, Aziz Nesefi, Şeyh Bedreddin ( Müeyyidüddin el-Cendi, Şah Nimetullah-i Veli Abdülkerim el-Cili Molla Fenârî Fahreddin Iraki, Yazıcızâde Muhammed Efendi Abdürrezzak Kaşani, Akşemseddin, İdris Bitlisî, Ahmed Hulusiİsmail Hakkı Bursevî ,Abulvehhab Şarani, Aziz Mahmud Hüdâyi.