Varoluşçuluk nedir?
“Dünyada üzerinde insanın ona verebileceği anlamdan daha derin anlama sahip olan hiçbir şey yoktur” düşüncesinden yola çıkan ve 19. yüzyılın ortalarından itibaren Avrupa genelindeki mevcut felsefi görüşe bir tepki olarak doğan Varoluşçuluk, insanın yaradılışına ve evrenle olan ilişkisine anlam vermeye çalışan bir felsefe akımıdır. Bireysel deneyimlere büyük önem veren Varoluşçuluk felsefesi, bilimsel düşüncenin insanoğlunun varlığını “anlamlandırmak” için yeterli olmadığını savunur. Benzer şekilde varoluşa bir anlam vermek için bilimsel düşüncenin yerine insanoğlunun erdeminin konmasının da yetersiz kalacağını söyleyen varoluşçu düşünce, çok daha kapsamlı ve ileri boyuttaki kavramların devreye katılarak varoluş başlığının incelenmesi gerektiğini söyler. Ekzistansiyalizm olarak da bilinen Varoluşçuluk felsefesi, insan yaradılışının anlamlandırılması üzerine oldukça kapsamlı görüşleri içeren ve 20. yüzyıldan itibaren felsefe çevrelerinde daha da fazla kabul gören bir akımdır.
Hegel ve Kant’ın düşüncelerine karşı olarak Soren Kierkegaard tarafından geliştirilen ilk düşüncelerin, büyük oranda Varoluşçuluk akımının da doğmasına neden olduğu kabul edilir. Yaşamın sırlarını çözmekten ziyade yaradılışın anlamlandırılması üzerine kendi fikirlerini ileri sürek Kierkegaard, 20. yüzyılın başlarından itibaren büyük yankı uyandıran Varoluşçuluk akımının da kurucularından biri sayılır. Teoloji, psikoloji, görsel sanatlar, edebiyat ve daha birçok farklı konuyu içinde barındırdığı için yüzeysel olarak bahsedilmesi oldukça güç bir felsefe akımı olan Varoluşçuluk bilhassa 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte sakinleşmeye başlayan Avrupa coğrafyasında büyük bir hızla yayılmıştır.
Geleneksel bir metodoloji anlayışına sahip olduğu söylenebilen Varoluşçuluk felsefesinde, insanın “soyut varlığı ile somut bedeni” bir arada incelenir. Ancak varoluşçu düşünce her ne kadar insanı hem soyut hem de somut bir varlık olarak kabul etse de, soyut varlık ile fiziksel bedenin birbirinden oldukça varlı varlıklar olduğunu ileri sürer. İnsanın fiziksel varlığı ile soyut varlığının birbirinden çok farklı olarak algılandığı Varoluşçuluk felsefesi 20. yüzyılın ortalarından itibaren ilgi gördüğü kadar şiddetli bir biçimde eleştirilmiştir. Sonraki süreçte varoluşçu düşüncede hakim olan ve dışarıdan en çok eleştirilen konulardan biri olan terim kargaşası, ünlü Fransız yazar Jean Paul Sartre tarafından büyük oranda ortadan kaldırılmıştır. Yazar kimliği ile olduğu kadar filozof kimliğiyle de dikkat çeken ve birçoğuna göre 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilen Sartre, Varoluşçuluk akımı üzerine geliştirdiği kavramlar genel olarak kabul gören ilk düşünürlerden biridir.
Günümüzde dahi tanımlanması gerçek anlamda zor olan ve hala felsefe çevrelerinin üzerinde en çok tartıştığı alanlar arasında yer alan Varoluşçuluk, genel anlamda sınırları bilinen ancak söz konusu sistematik olduğunda soru işaretlerini de peşi sıra getiren bir felsefe akımı olma özelliğini korumaktadır. Bireysel varlık anlayışını inceleyen ve varlığın önemini irdeleyen bu felsefe akımı, 21. yüzyılda da felsefeden doğa ve uygulamalı bilimlere birçok bilim insanının hala üzerinde fikir yürüttüğü temel başlıklar arasında yer almaktadır.